“Doktor’un Çöküşü” – 5×12 (The Pandorica Opens) İncelemesi

Dizimizde beşinci sezonun finaline adım adım giderken, heyecan doruğa çıktı. Tabiki bizim de heyecanımız doruğa çıktı sevgili okurlarım. Nasılsınız? Karantina günlerinde okuyabilin diye size güzel incelemeler yazacağız. Bugünki bölümümüz, sezon finalinin ilk ayağı olan The Pandorica Opens

                                               

    Bölümün Konusu;

River Song, Doktor ve Amy‘yi MS 102 yılına çağırır. Vincent van Gogh‘un gördüğü rüyalar üzerine çizdiği TARDIS‘in patlaması resmini alır. Doktor ve Amy’ye gösterir. Ayrıca resim Stonehenge‘in koordinatlarını göstermektedir. Stonehenge’in altında, en güçlü ve en tehlikeli bir yaratık için inşa edilen bir hapishane olan Pandorica‘yı keşfederler. Ancak Pandorica açılınca boş olduğu ortaya çıkar. Doktor’un tüm düşmanları bir ittifak oluşturup bu hapishaneyi Doktor için hazırlamışlardır. Oluşan çatlaklar TARDIS’le bağlantılıdır. Bulundukları yer de Amy’nin anılarından inşa edilmiş bir tuzaktır. Orada bulunan tüm Romalılar aslında Oton‘dur. O Romalılar’dan birisi de Rory‘dir. Amy, Rory’yi hatırlar ancak Rory bir Oton olduğu için istemeden Amy’yi vurur. Bu arada TARDIS, River’ı 26 Haziran 2010 tarihine Amy’nin evinin bahçesine götürür. Orada olanların Amy’nin anılarından oluşturulduğunu anlar. TARDIS’e dönen River TARDIS’in kontrolünü kaybeder. TARDIS patlar.

 Bölümün ‘’En’’ Kısımları;

Olayların sezondaki bütün bölümlere teker teker selam verip, bağlanması çok güzel bir hareketti bence. Olaylar ve duygular hafızamızda canlanıp bize kısa süreli bir duygu seli yaşatıyor. Vincent’in olay ufkunda olup bizi haberdar etmesi ise zaten kaçınılmazdı, güzel bir detay olmuş.

Churchill’in River Song’u aramasına hiç girmiyorum zaten, o bambaşka bir tat verdi.

Doktor‘un bütün yaratıklara posta koyup susturması bize iç çektirdi.

Rory’nin bir anda ortaya çıkıp Amy’i kurtarması çok havalıydı. Doktor’un Rory’nin göğsünü ittirmesi ise güldürdü.

 

                                                                                                               



                                                                                                                           Bölüme Dair Notlarım;

River, bildiğimiz üzere 5145 yılına gidip Kraliyet Müzesi’nden resmi çalarken, 2. Bölümden de hatırladığımız, kendi deyimiyle, Lanet Kraliçe ile karşılaşıyor. Tam River faka bastı derken, Doktor’un isminin devreye girmesiyle süreç tamamlanıyor. Kaçınılmaz sonun başlangıcına, ayaklarımıza serilen kırmızı halı üzerinden ilerliyoruz..

Bakın arkadaşlar, bu, herhangi bir yazarın aklına gelebilecek ama kimsenin yapamayacağı türden bir olay. Steven Moffat eskilere selamı, sadece gönderme yaparak değil, görsel sunarak da yapmaktan çekinmemiş. Bu olay, bölüme olan merağı doruk seviyesine çıkarıp bizi feci şekilde heyecanlandırıyor.

Bölüm genelinde ciddi bir tempo yükselmesi vardı. Alex Kingston, sen nasıl bir mucizesin?! Gerçekten de başka kimse River Song’a bu kadar yakışamazdı. Gelen gemilerde ki türleri tanımlarken, yüzündeki dehşet ve korkmuşluk ifadesi bizi daha da insan hissettiremezdi, diye düşünüyorum.

Doktor‘un herkesi orkestra şefi gibi yönlendirmesi ve olayları toparlaması ise zaten alışageldiğimiz bir şeydi. Fakat River, Amy’nin evine gidip her şeyi çözünce biz daha çok yeni bir şey hissettik. Tamam biliyoruz, River oraya gidince çözecekti ama vereceği tepkiyi ya da yaşayacağı aydınlanma sonucu nasıl harekete geçecek hiç bilmiyorduk. O duyguyla tanışmış olduk bu bölüm sayesinde.

                                                                                                   

    Peki Bölüm Neden Güzel?

Senaryo öyle mükemmel hazırlanmış ki! Her şey zaman çatlağına ve Amy’nin varlığına adandı. Romalılar, Rory, her şey, sadece anı ve hayallerden oluşmuş.

Anıların ve hayallerin asıl gücünün ne kadar mükemmel olduğunu düşündürüyor bizlere. Tanıdığımız tüm düşmanların birden işbirliği yapıp, Doktor’u kutuya hapsetmeleri ise apayrı bir olay. Doktor bile şaşırdı buna!

Sontaranlar, doğaları itibariyle, savaştan savaşa koşan bir ırk. Dalekler ve Siber Adamlar Doomsday bölümünde birbirilerine ‘Türünü tanıt!’ diye atarlanırken birbirlerini yok etmişlerdi.

Ağlayan Melekler zaten evrensel şekilde tehditkarlar ve herkesi mezara yollayacak kadar korkunç bir ırkı oluşturuyorlar.

Romalılar ise Nestene Bilinci tarafından yönetilen kopyalardı zaten. Hepsi plastikten yapılmış gardiyanlardı -evet ne yazık ki Rory abi dahil – 

TARDIS’in ne kadar mükemmel bir makine olduğunu, Doktor‘un üstünde nasıl bir hakimiyeti olduğunu, patladığında nasıl bizi silip sıfıra gömeceğine bu kadar sansürsüz bir ürperti ile tanık olmak tüylerimi diken diken etti.

                                                                                                     

Bölümün Saçma Gelen Kısımları;

Her bölüm gibi bu bölümünde zayıf bir noktası var:  

Yahu arkadaşlar siz çatlakları incelediniz, her şey Doktor ile alakalı dediniz. Aklınıza hiç mi gelmedi ‘Ya bu adam ölürse, TARDIS bizim içimizden geçer!’ diye. Yazık ettiniz evrene boşuna.

Bölümün Ağlatan Kısımları;

Amy’nin Rory’yi hatırlayıp, sonra da onun tarafından öldürülmesi aklıma şu sözü getirdi;

“Oysa ki herkes öldürür sevdiğini”

İçimiz paramparça, umarım bir yolu bulunur ve kurtulabilir. River’in TARDIS’te sıkışması ve bir türlü kurtulamamış olması bizi parçaladı. Sahnenin güzel tarafı ise River’ın TARDIS mekaniği üstünde Doktor kadar bir hakimiyetinin olabilmesi.

Doktor’un hapsolurkenki yalvarışı pek ağlatmamış olsa da, kalbimizden bir çıt sesi gelmesine sebep olmayı başardı.

Bölüm Puanlama

Karakterler ; 10/10
Konu ; 10/10
Anlatış ; 10/10
Kurgu ; 10/10

 

Benim fikirlerim bunlar sevgili arkadaşlar, siz neler düşünüyorsunuz lütfen fikirlerinizi paylaşın.
Gallifrey’den Sevgilerle..


Emir Rifaioğlu

Artık 25 yaşında :).

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir