Ruh Değil Uzaylı – 1×03 – The Unquiet Dead İncelemesi
Doctor Who 2005 Londra’sında geçen bir macerayla karşımıza çıktı. Hemen ardından Dünyanın son gününe gidip bir uyduda geçen hikâyeye tanıklık ettik. Madem zamanda yolculuk yapabiliyoruz o zaman geçmişe gitmezsek ayıp olur. Yönetmenliğini Euros Lyn’nin yaptığı Mark Gatiss’in ilk Doctor Who hikâyesi The Unquiet Dead bölümü incelemesiyle karşınızdayız.
Hikâyemiz 1869 senesinde, Cardiff’de geçiyor. Doktor 1860 Napoli’sine gitmeyi planlamıştı ve Cardiff’te olmaktan hoşnut olmadığını defalarca vurguluyor. Sebebini bilmiyorum, herhalde Britanya’da yaşayanların anlayacağı bir espri var orda.
Bölümün hikâyesini kısaca özetleyelim önce. Bölüm cenaze levazımatçısının evinde yaşlı kadın cesedinin uyanması ve evden gitmesi ile açılıyor. Kadın dönemin önemli yazarlarından Charles Dickens’ın gösterisini izlemeye gidiyor ve gösteri sırasında herkes ‘’doğaüstü’’ bir şeye şahit oluyor. Ha tabi ki Doktor da burada. Yaşlı kadının levazımatçı ve yardımcısı tarafından kaçırıldığını görünce Rose peşlerinden gidiyor. Rose problem çıkarmasın diye onu da kaçıracakları zaman Doktor bir at arabasına atlıyor ve takip etmesini söylüyor. Tesadüfen o arabanın Charles Dickens’a ait olduğu ortaya çıkıyor. Doktor yol boyunca Dickens’a duyduğu hayranlığını sergiliyor. Levazımatçının evine ulaşıyorlar ve Doktor sorunu çözmeye çalışırken Dickens gördüklerini kabullenmekte zorlanıyor, ışık oyunu, illüzyon olduğunu düşünüyor. Doktor ise gaz formunda uzaylı bir yaşam formu olduklarından oldukça emin. Kendileri ile iletişim kurmak için levazımatçının yardımcısı Gwyneth’in psişik güçlerinden yararlanıyorlar. ‘’Ruhlar’’ bir zamanlar insanlar gibi fiziksel bedenlere sahip olduklarını ama Zaman Savaşından sonra gaz formuna sıkışıp kaldıklarını söylüyorlar. Yeniden fiziksel forma sahip olup ayaklanmak için cesetleri istiyorlar. Rose başta itiraz etse sonunda cesetlerin verilmesine razı oluyorlar ve Gwyneth köprü oluşturarak Gelth’lerin dünyamıza geçmesini sağlamak için gönüllü oluyor. Ama dünyamıza geçtikten sonra belli oluyor ki, Gelth’ler bir avuç değil, milyonlarcası daha var. Ve ayaklanmak için ölü bedenlere ihtiyaçları var. Bunun için de izleyecekleri yol çok açık: insanları öldürüp bedenlerini ele geçirmek. Bu planları anlaşıldıktan sonra artık kimse merhamet göstermiyor. Charles gazları açıyor, Gwyneth kibriti çakıyor ve kendi hayatı pahasına dünyayı istiladan kurtarıyor. Rose’un da dediği gibi ‘’hizmetçi kız dünyayı kurtardı ve kimse ismini bile bilmeyecek’’.
Hikâyeyi çok beğendim. Uzun süre Doctor Who izlerken dizinin dünyamızdaki doğaüstü olayları uzaylı diye açıklamasına alışıyorsun. Bu da onun modern serideki ilk örneği. Bi tutarsızlık yakalayamadığım, hikâyesini güzel ve sürükleyici bir şekilde anlatabilen bir bölüm. O yüzden söylenecek pek bir sözüm yok. O yüzden karakterlere geçelim.
Charles Dickens. Çok ünlü İngiliz yazar. Açıkçası Doctor Who’da gördüğümüz tarihi kişiler arasında en az tanıdığım ve en az ilgimi çeken isim kendisi. O yüzden Doktorun saydığı kitap isimleri dışında ince referanslar yapıldıysa yakalayamadım. Onun dışında kendisi Viktoriya döneminden bir rasyonel bakış açısına sahip kişi gibi konumlandırılmış bölümde. Dönemin insanları açıklayamadığı bir şey ile karşılaştıklarında hemen doğaüstü olduğunu düşünüyor, dini bir figür olduğuna inanıyor, korkuyor. Ama Dickens her şey gözü önünde yaşanırken bile rasyonelliğini bırakmıyor ve sadece ışık oyunu olduğunu, ruh diye bir şeyin olmadığını söyleyip duruyor. Ama sonrasında da gerçeği öğrendiği zaman onu kabullenip ona göre kendi düşüncelerini geliştiriyor.
Gwyneth karakteri biraz ilginç bir karakter. Psişik güçlere sahip ve bu gücünün nerden kaynaklandığının cevabı bu bölümde tam olarak verilmiyor. Gelth’ler geldiği zaman gücünün bu amaç için ona hediye edildiğini düşündü. Ama sonradan kötü planlarını anlayınca kendini feda etti ve buna sadece 3 kişi şahit oldu. Buna rağmen gönüllerde bölümün kahramanı olarak yer almaya devam edecek. Gwyneth karakterine veda ettik bu bölümde ama karakteri canlandıran Eve Myles’ı Doctor Who evreninden uzaklaştırmak gibi bir niyetimiz yok.
Rose bu bölümde geçmişe gitmenin şaşkınlığını yaşadı ve bunu güzel bir şekilde seyirciye yansıttı. Bir kere yaşanıp bitmiş bir güne yeniden seyahat etmenin imkânsız olduğu algısını kırmakta biraz zorlandı. Onun dışında kendisine Büyük Kötü Kurt dendi Gwyneth tarafından. Rose’un karakter olarak öne çıktığı önemli sahnelerden biri de Gelth’ler cesetleri isterken verdiği tepki. Rose cesetlerin bir uzaylı ırka verilmesine karşı çıkıyor, çünkü bir zamanlar o bedende yaşamış insanlara saygısızlık olacağını düşünüyor. Bu anlaşılabilir bir durum. Eminim çoğumuz da o an öyle bir tepki verirdik. Ama önemli olan o sahnede Doktor ’un verdiği tepkiydi.
Doktorun karakteri ve geçmişi dizinin bize sunduğu en büyük gizemlerden. Rose’un karakterini de her bölüm ufak ufak öğreniyoruz ama o bir insan olduğu için daha tahmin edilebilir birisi bizim için. Ama Doktor ile ilgili öğrendiğimiz her ufak detay bile daha fazla ilgimizi çekiyor. Bu bölümde Doktorun yazarlara ne kadar hayran olduğunu öğrendik. Ben bir Zaman Lordu olan Doktorun insanların edebiyatını, sanatını çok da önemsediğini düşünmezdim mesela. Ama bu bölüm yanıldığımı gösterdi. En önemli detay ise Gelth’lerin Zaman Savaşı sonucunda fiziksel vücutlarını kaybettiklerini öğrenince duygusal davrandı ve cesetleri vermekte bir sıkıntı görmedi. Şu bölüme kadar izlemiş olarak konuşursak Doktor ya öldükten sonra bedenlere ne olduğunu umursamıyor ya da umursuyor ama Zaman Savaşı yüzünden zarar görmüş bir ırka karşı duygusal davrandı.
İlk sezon favori bölüm sıralamam:
- The End of the World
- The Unquiet Dead
- Rose