TARDIS Masalları – 01×03 – “The Unquiet Dead” İncelemesi
Doktor ve Rose’un yanlarına Charles Dickens’ı da alarak hayaletvari uzaylıların peşine düştüğü bölümümüz Ghostbuster tarzı bir başlangıç yapıyor. Tabi bir levazımatçı ve medyum hizmetçisi çok sempatik bir ekip oluşturmuyorlar.
O halde karakterler ve aralarındaki ilişkilere Bay Sneed ve Gwyneth ile başlayalım. Sneed “Viktoryen Ghostbusters” ekibimizin en silik üyesi olsa gerek, yan karakter tabirinin birebir karşılığı. Yine de oyuncu Alan David aksanıyla, duruşuyla olsun bu dolu dolu ekip içerisinde tat kaçırmayacak bir karakter ortaya koymayı başarmış.
Gwyneth’e gelirsek, “klişe gariban hizmetçi karakterine psişiklik sokalım” fikrini gayet iyi yansıtmış. Masum ve ürkek bakışları olsun, davranışları olsun alelade bir yerde görsem feci sıkılacağım bu hizmetçi tipini Doctor Who evrenine uyarlayıp güzelce yerleştirmiş. Eve Myles küçük bir alkışı hak ediyor.
Bu arada Gwyneth ve Rose arasında geçen sohbete ayrı bir paragraf açmak istiyorum. Bence gayet başarılı yazılmış bir sahneydi. Dönemin işçi sınıfına uyguladığı baskı ve eğitim yetersizliği, bu kesimin en hafif tabiriyle “çekingen” yetiştirilmesi. Hele Rose her erkek dediğinde Gwyneth’in ifadesinin ani ve komik değişimi beni benden aldı. Tabi çoğunluğun burada esas etli bulduğu kısım utangaç hizmetçimizin görülerini ortaya döküp “Koca Kötü Kurt” diyerek savrulduğu yer olsa gerek. Anlaşılan Kötü Kurt senaryolarda giderek kendini belli etmeye başlıyor.
Hazır Rose demişken taze yol arkadaşımızla devam etsek iyi olacak. Açıkçası onun her bölüm yeni şeyler öğrenerek yeni yeni sorular üretmesi beni mest ediyor. “Ben gelecekte doğdum, burada nasıl ölebilirim?” sorusu ya da daha bölümün başında “Bizim her şeyi bir kere yaşama şansımız var ama sen istediğin zamana istediğin kere gidebilirsin” diye idrak edip Doktor’a şaşkın ama bir o kadar da hayran bakması. Zaten Gwyneth’in kaybı ve Dickens’ın zamansız ölümünü öğrenmesi ile genç kız sadece uzayı değil hayatın acı taraflarını da görmeye başlıyordu anlaşılan.
Bölümün onur konuğu olan Charles Dickens’a gelelim. Yolculuğuna yeniden başlayan zaman yolculuğu dizimiz belli ki “geçmişe yolculuk” kartını tarihi bir figür ile kuvvetlendirmek istemiş ve ingilizler için sevilen bir figür olan Dickens’ı seçmiş. Dürüst olayım, Dickens benim ilgimi çeken ve kimdir nasıl biridir diye araştırmaya kalktığım yazarlar arasında değil maalesef. O yüzden burada “Dickens’ın şu yönünü vurgulamışlar, burası da böyle olmuş” diye yorumlayacak kişi değilim ama şunu belirtebilirim ki o dönemde yaşayan gerçekçi bir yazar ne düşünüp ne yapacaksa, Dickens da bunun tam karşılığı olmuş.
Diyaloglar için ayrı bir paragrafı da Dickens ve Doktorumuz için açmak istiyorum. Güzeldi ancak daha baş dakika önce Rose’a “Güzel görünüyorsun…insan olmana rağmen yani” diye burun kıvıran Dokor’un Dickens’ı görünce “Parti kur oy verelim Dickens Baba!” moduna geçmesi bana biraz tezat geldi. Gerçi, Doktor’un insanlığa karşı sempatisi bu kadar yüksekken diğer yandan onu gömüp durması da dizinin alameti farikalarından esasen. Ki muhabbetin devamında da yazarımızın “Salla kitapları, kızı kurtaralım” demesi de bilmeyenin bile ona ısınmasını sağlıyor. Ki bu lafı da “Ben yıllarca mazlumlara yardım ettim ama dünyanın o tarafı yalan mı şimdi?” sorunsalı ile paralellik gösteriyor.
Kaçınılmaz olarak Doktor’umuza dönüp baktığımızda onu bu sefer yumuşak karnına sert bir darbe yemiş halde, hataya düşerken buluyoruz. Kötü Kurt gibi “Zaman Savaşı” tabirini de ilk kez bu bölüm duyuyoruz. Ki Doktor da tam bu noktadan sonra her şeyi sorgulamayı bırakıp ne idüğü belirsiz Gelth ırkına yardım için kolları sıvıyor. Her ihtimali düşünen bu bilge zaman lordunun aniden böylesi bir gaflete düşmesi bilmeyenler için akıllarda “Neden böyle yaptı?” sorusunun oluşmasına sebebiyet veriyor.
Bölümümüzün uzaylıları Gelth ırkına gelirsek, gazdan oluşma uzaylı ırkı güzel bir fikir ancak ne ırk ne de bu fikir bölümde ön planda tutulmamış. Bunun yanı sıra az da olsa bahsi geçen “bedenlerin geri dönüşümü” fikri de ihmal edilen konular arasında. Keşke bu bölüm başka bir sorunla uğraşılsaydı da direk merkeze konsa çok lezzetli olacak bu fikirler ayrıca akılda kalsaydı.
Özetle Doktorlu ve tarihi yazarlı Viktoryen Ghostbusters bölümümüz bizi “Ne mükemmel senaryosu vardı be!” diyerek ayakta alkışlamamıza sebep olmasa da karakter işlemesi ve diyaloglarıyla keyifli bir bölüm oldu. Bir sonraki çifte bölüm incelemesi “Aliens of London-World War Three”de görüşmek üzere.
Meraklısına Birkaç Küçük Not:
-Bu bölüm Cardiff’te gördüğümüz uzay/zaman çatlağı Doctor Who’nun yan dizisi Torchwood’un ana sorunu haline gelecek. Ona da bir göz atmanızı tavsiye ederiz.
-Bu bölüm Mark Gatiss’in ilk resmi senaryosu idi.
-Doktor bu bölümle Timelash hikayesinden beri ilk kez tarihi bir figür ile karşılaştı. Bundan önce Altıncı Doktor H.G. Wells ile karşılaşmıştı.